Hayal gücümün oynadığı bazı oyunlar var. Aklıma getirdiği düşünceler. Gözümde canlanan resimler, anlar var. Bazen uykuya dalacakken, bazen bir fotoğrafa bakarken, bazen de durup dururken. Güzel şeyler. Ama hayal şeyler.
Sen olsan.. Neler olurdu, nasıl olurdu? Hep güzel şeyler mi olurdu? Hayal gücü öyle diyor. Kış mevsiminde daha baskın bu hayal gücü. Sebebi de var bunun tabi. Onu yazmaya lüzum yok.
Sen olsan, sıcacık evde oturmak yerine çıkıp sokakları adımlardık herhalde. Üşümek isterdik, üşürdük. Sarılırdık sonra bir an, sonra yine üşürdük. Sonra yine.. Evden çıkmadan önce aynanın karşısına geçer kendine bakar dururdun herhalde. Sen aynaya, ben sana. Saçını başını düzeltir, kremler sürerdin belki de. Atkını bağlardım arkandan sıkıca. Bir elimize eldivenlerimizi takar, diğer ellerimizi kavuştururduk. Üşürdük, ama hissetmezdik. Kar yağardı sokaklara gece boyu. Ertesi gün çocuklar gibi şen olurduk. Dışarı çıkar, üşürdük. Yansak da donsak da beraber mutlu olurduk. Karların içinden yürümek isterdin sanırım. Islanacaksın derdim, bana ne derdin. Omuz silkerdin. Karları alırdın eline; yapma derdim, kafama atardın. Tekrar yapardın, tekrar, tekrar.. Ben kızdıkça yeniden. Hoşuma gitmezdi, ama gülerdim. Beni de kendine benzetirdin sonra, çocuklar gibi oynardık karların arasında. Üşürdük. Eve döndüğümüzde ellerimizi hissedemezdik. Bir elde eldiven, diğeri boş. Peteğin karşısına geçerdik. Bir elini peteğe uzatırdın, diğerini bana. Yorgun olurdun. Dizime başını koyunca uyurdun. Ben seni izlerdim. Uyuyakalırdım. En tatlı uykumu orada çekerdim. Uyanır çay demlerdin. Ben bardakları taşırdım. Kahvaltı eder, çıkar sokakları adımlardık yine. Üşürdük. Ama hep içimizde bir ateş yanardı. Sevgi olurdu, aşk olurdu. Ne de hoş olurdu.
Allah'a emanet ol..
Necati Yiğit
Kendi kendime, kendimce..
22 Aralık 2012 Cumartesi
28 Kasım 2012 Çarşamba
KlavyEleştirmenler'e kısa bir bakış
Yaş ayrımı yapmaksınız günümüz insanının temel düşüncesi: Bilgisayarı çalışıyorsa, oraya buraya bir şeyler zırvalayabiliyorsa güçlüdür kendince. Bazen insanları yönlendirmeye çalışır, bazen kilometrelerce uzaktaki biriyle küfürleşir. Güç gösterisi. Kimisi de sıradan günlük işlerini yapar gider, ona eyvallah. Yazmak yorum yapmak da kötü bir şey değil aslında ama tahammül edemediğim noktalar var ve kendimce biraz sitem edip kaybolacağım.
Yalnızdım. Can sıkkın, boş. Her zaman olan şey işte. Geçen gece Bursa'dayken annem bir dizi açmıştı bizim Fox TV'de. Dedim yahu öyle haftada bir bölümden kim izleyecek bunu, açıp internetten izlerim. Hem Türkçe dublaj faydalı değil. En kötü İngilizce altyazılı olsun. Şimdiye kadar birçok güzel diziyi takip ettim, yeni bölümlerini bekler oldum. Kendimce güzel olanlar tabi. Ona da bir bakayım derken buldum açtım. Kolay olmadı. Her zaman izlediğim sitede yokmuş biraz aradım taradım neyse açtım. Enteresan, zevkli, keyifli, sürükleyici gelince dedim ki devam ederim ben buna. Saat 15:30 civarıydı sanırım ilk bölümü açtığımda. Başından kalktığımda ise gece 1 civarıydı. 12 bölüm üst üste. Yarasın. Bitti derken dedim ki şuna yapılan yorumlara bir bakayım da feyz alayım. Genelde öyle olur çünkü Fringe'de falan öyleydi. Hele ki Sherlock. Sherlock'a bir girersem çıkamam geçelim. Yorumları okuyunca anladım ki bilgisayarın çalışıyorsa ağasın. Kimileri öyle en azından.
Şöyle ki, 12 bölüm üst üste izlediğim 10 saat falan başından kalkmadığım dizi için, kısa ve öz yorumlar vardı. "Çok saçma. Person of Interest'i izlediyseniz aynısı bunun." falan filan ilk önce bunlar. Yahu biraz gariplik fantastiklik vardı tamam. Ama dizi dediğin kurgudur zaten. Gerçeği arıyorsan kalk masandan bilgisayarından çık sokaklara. Ki öyle fantastiklik hat safhada değildi hatta bana göre azdı da. "Touch" bu arada bu dizi. Bu yorumları yapan adam muhtemelen The Wampire Diaries, The Walking Dead ya da Merlin falan seven biridir. Çok saçma diyenler. Biri hele uzun uzun yazmış. Şöyleydi böyleydi saçmaydı atmaydı tutmaydı kalitesizdi bilmem ne. Kapat defol o zaman. Ya da ben beğenmedim kardeşim yaz geç. Tek taraflı yorumlar her neyse adamlar kavga etmeye başlamış dizinin altında. Arkadaş bu elma armut değil ki bu kadar kesin karar nasıl verilir anlaşılır gibi değil. Beğenirsin ya da beğenmezsin ona göre izlemezsin. Birbirinizi yemeğe ne gerek vardı. Ama olur mu. En güzel eleştiriyi o yapmalı, yorum yapana hemen cevabı koymalı. Yoksa şanını şöhretini kaybedecek. Kesin bir yargıya varmak tam bir aptallık bu tarz işlerde. Bugün de dün gibi boş boş oturduğumdan ötürü yeni bir dizi arayşındaydım. Yüzbinlerce kişi izlemiş Supernatural'ı. Açtım bir bölüm izledim vakit geçirdim hoş gelmedi. Ne olacak şimdi? Adamlar o akdar çabayla emekle parayla pulla yapmışlar. Yapmasınlar mı bundan sonra. Beğenmedik ne yapalım. Tarzım değildi. Ayrıca Person of Interest'e bir bölüm baktım. Hiç de aynısı falan değil tamamen sallama bir yorummuş. Aynısıdır umarım demiştim. Oturur bugün de onu izlerdim.
Lise yıllarında karşılaştığım bir tabir vardı "klavye delikanlısı" diye. Tam üstüne bastık şu an. At tut abicim yorumla her şeyi beğenme ne yaparsan yap, bak burada da ben sana atarladım şimdi kendi çapımda. Herkesin kendi görüşü, kendi tarzı, mantığı vardır. Bu yolda ilerle takıl. Bulaşma, salça olma. Ben hoşuma gitmeyen şeyler hakkında yorum yapmam. Ama beni örnek alma.
Bu gereksiz ve iç sıkıntısına mukabil gerçekleşen küçük patlamadan ötürü kendimden özür dilerim.
Yalnızdım. Can sıkkın, boş. Her zaman olan şey işte. Geçen gece Bursa'dayken annem bir dizi açmıştı bizim Fox TV'de. Dedim yahu öyle haftada bir bölümden kim izleyecek bunu, açıp internetten izlerim. Hem Türkçe dublaj faydalı değil. En kötü İngilizce altyazılı olsun. Şimdiye kadar birçok güzel diziyi takip ettim, yeni bölümlerini bekler oldum. Kendimce güzel olanlar tabi. Ona da bir bakayım derken buldum açtım. Kolay olmadı. Her zaman izlediğim sitede yokmuş biraz aradım taradım neyse açtım. Enteresan, zevkli, keyifli, sürükleyici gelince dedim ki devam ederim ben buna. Saat 15:30 civarıydı sanırım ilk bölümü açtığımda. Başından kalktığımda ise gece 1 civarıydı. 12 bölüm üst üste. Yarasın. Bitti derken dedim ki şuna yapılan yorumlara bir bakayım da feyz alayım. Genelde öyle olur çünkü Fringe'de falan öyleydi. Hele ki Sherlock. Sherlock'a bir girersem çıkamam geçelim. Yorumları okuyunca anladım ki bilgisayarın çalışıyorsa ağasın. Kimileri öyle en azından.
Şöyle ki, 12 bölüm üst üste izlediğim 10 saat falan başından kalkmadığım dizi için, kısa ve öz yorumlar vardı. "Çok saçma. Person of Interest'i izlediyseniz aynısı bunun." falan filan ilk önce bunlar. Yahu biraz gariplik fantastiklik vardı tamam. Ama dizi dediğin kurgudur zaten. Gerçeği arıyorsan kalk masandan bilgisayarından çık sokaklara. Ki öyle fantastiklik hat safhada değildi hatta bana göre azdı da. "Touch" bu arada bu dizi. Bu yorumları yapan adam muhtemelen The Wampire Diaries, The Walking Dead ya da Merlin falan seven biridir. Çok saçma diyenler. Biri hele uzun uzun yazmış. Şöyleydi böyleydi saçmaydı atmaydı tutmaydı kalitesizdi bilmem ne. Kapat defol o zaman. Ya da ben beğenmedim kardeşim yaz geç. Tek taraflı yorumlar her neyse adamlar kavga etmeye başlamış dizinin altında. Arkadaş bu elma armut değil ki bu kadar kesin karar nasıl verilir anlaşılır gibi değil. Beğenirsin ya da beğenmezsin ona göre izlemezsin. Birbirinizi yemeğe ne gerek vardı. Ama olur mu. En güzel eleştiriyi o yapmalı, yorum yapana hemen cevabı koymalı. Yoksa şanını şöhretini kaybedecek. Kesin bir yargıya varmak tam bir aptallık bu tarz işlerde. Bugün de dün gibi boş boş oturduğumdan ötürü yeni bir dizi arayşındaydım. Yüzbinlerce kişi izlemiş Supernatural'ı. Açtım bir bölüm izledim vakit geçirdim hoş gelmedi. Ne olacak şimdi? Adamlar o akdar çabayla emekle parayla pulla yapmışlar. Yapmasınlar mı bundan sonra. Beğenmedik ne yapalım. Tarzım değildi. Ayrıca Person of Interest'e bir bölüm baktım. Hiç de aynısı falan değil tamamen sallama bir yorummuş. Aynısıdır umarım demiştim. Oturur bugün de onu izlerdim.
Lise yıllarında karşılaştığım bir tabir vardı "klavye delikanlısı" diye. Tam üstüne bastık şu an. At tut abicim yorumla her şeyi beğenme ne yaparsan yap, bak burada da ben sana atarladım şimdi kendi çapımda. Herkesin kendi görüşü, kendi tarzı, mantığı vardır. Bu yolda ilerle takıl. Bulaşma, salça olma. Ben hoşuma gitmeyen şeyler hakkında yorum yapmam. Ama beni örnek alma.
Bu gereksiz ve iç sıkıntısına mukabil gerçekleşen küçük patlamadan ötürü kendimden özür dilerim.
30 Ekim 2012 Salı
Yerel seçimlerin öne alınamaması
Aklın mantığın almadığı bir konudayım. Konu aslında çok saf ve basit. Ama tavırlar öyle yanarlı dönerli ki.
En basit kelimelerle, en basit cümlelerle ve sadece düz mantık kullanarak yazacağım her şeyi. Öncelikle çıkıp açıklama yapan iki partimiz var önümüzde. Ana muhalefetçiler ve terörü destekleyen partiler bunlar. Dedikleri neydi üzerine basa basa söyledikleri? "Hodri meydan, yarın sabah seçim olsa hazırız." Bu mudur? Budur. Aynen bunu söylediler. Madem öyleyse neden yasa değişikliğine destek vermediler? Hiçbir mantığı yok. Akla mantığa sığmıyor. Tek sebebi bunu iktidarın yapıyor olması. Parola bu; onların her yaptığına karşı çık. Başka hiçbir açıklaması yok bunun. Çocuk gibi tavır. E söylediğiniz sözler, atıp tuttuğunuz hodri meydanlar ne oldu? Fos.
Ortada bir seçim varsa ve siz kaybettiyseniz isteyeceğiniz şey ne olurdu? Yeniden bir seçim olmalı. Bir şans daha demektir kaybedenler için. Kaybettiyseniz tekrar denemek işinize gelir. E neden istemiyorlar peki? İki sebep söyleyebilirim: Başarılı olacaklarına kendileri bile inanmıyorlar, kendilerine güvenemiyorlar ve geçmiş seçimi kazananların tekrar daha da güçleneceğinden korkuyorlar. İkisi de aynı kapı da neyse.
Atıp tutmak, kamera karşısında delikanlılık yapmak oldukça kolay. Sözünün eri olmalı insan. Madem ki yarın seçim olsa hazırsın. Kabul et o zaman.
İktidarın kendi içinde fire vermesi olası bir durumdu zaten. Ama 367'yi bulamamanın tek sebebi onlar değil kanımca. Yan muhalefet tarafında da fireler olmuştur. Gerçi onların baş adamı da bizde fire olmaz herkes kabul etti diyor ama. Nerden biliyorsa artık. Evet dedim demek kolay. Nereden bileceksin kabul verdiklerini? Yok abi biliyor adam. Tamam tamam tüm fireler iktidardan gelmiş olsun öyle kabul edelim üzülmeyin siz yeter ki.
Velhasıl sebebi kış koşullarında seçim çalışması yapmamak olan düzenleme için her zaman seçime hazırız diyen kimselerin ret oyu vermesini aklım mantığım almadı. Bu kadar basit.
En basit kelimelerle, en basit cümlelerle ve sadece düz mantık kullanarak yazacağım her şeyi. Öncelikle çıkıp açıklama yapan iki partimiz var önümüzde. Ana muhalefetçiler ve terörü destekleyen partiler bunlar. Dedikleri neydi üzerine basa basa söyledikleri? "Hodri meydan, yarın sabah seçim olsa hazırız." Bu mudur? Budur. Aynen bunu söylediler. Madem öyleyse neden yasa değişikliğine destek vermediler? Hiçbir mantığı yok. Akla mantığa sığmıyor. Tek sebebi bunu iktidarın yapıyor olması. Parola bu; onların her yaptığına karşı çık. Başka hiçbir açıklaması yok bunun. Çocuk gibi tavır. E söylediğiniz sözler, atıp tuttuğunuz hodri meydanlar ne oldu? Fos.
Ortada bir seçim varsa ve siz kaybettiyseniz isteyeceğiniz şey ne olurdu? Yeniden bir seçim olmalı. Bir şans daha demektir kaybedenler için. Kaybettiyseniz tekrar denemek işinize gelir. E neden istemiyorlar peki? İki sebep söyleyebilirim: Başarılı olacaklarına kendileri bile inanmıyorlar, kendilerine güvenemiyorlar ve geçmiş seçimi kazananların tekrar daha da güçleneceğinden korkuyorlar. İkisi de aynı kapı da neyse.
Atıp tutmak, kamera karşısında delikanlılık yapmak oldukça kolay. Sözünün eri olmalı insan. Madem ki yarın seçim olsa hazırsın. Kabul et o zaman.
İktidarın kendi içinde fire vermesi olası bir durumdu zaten. Ama 367'yi bulamamanın tek sebebi onlar değil kanımca. Yan muhalefet tarafında da fireler olmuştur. Gerçi onların baş adamı da bizde fire olmaz herkes kabul etti diyor ama. Nerden biliyorsa artık. Evet dedim demek kolay. Nereden bileceksin kabul verdiklerini? Yok abi biliyor adam. Tamam tamam tüm fireler iktidardan gelmiş olsun öyle kabul edelim üzülmeyin siz yeter ki.
Velhasıl sebebi kış koşullarında seçim çalışması yapmamak olan düzenleme için her zaman seçime hazırız diyen kimselerin ret oyu vermesini aklım mantığım almadı. Bu kadar basit.
19 Ekim 2012 Cuma
Anadolu Efes taraftarı olmak
Birkaç saat önce döndüm maçtan. Euroleague'nin son şampiyonuna karşı mükemmel bir zaferdi. Anadolu Efes 98 - 72 Olympiakos. Harika bir basketbol ve maçın başından sonuna kadar üstünlük. Maçın tek kusuru salonun dolu olmamasıydı sanıyorum.
Öncelikle "basketbol taraftarı olmak" konusunda birkaç şey söylemek lazım sanırım. Maalesef bizde bu kültür henüz tam yerleşmedi. Ancak eskisi gibi de değiliz. Çok yol kat ettiğimiz ortada. Halen futbol maçı gibi tezahüratlar yapmaya çalışıyoruz maç boyunca. Hatta taraftarların "gol gol gol" gibi saçmalıklar söylediği bile oluyor bazı maçlarda. Basketbol taraftarı oyuna her an etki eden, rakibi rahatsız etmeye çalışan, hakemleri etkileyen, takımına zor zamanda hava vermeye çalışan taraftar olmalıdır. Yalnızca basketleri değil; asistleri, şık bir pası, bazen rakibin güzel planlanmış bir hücumunu da alkışlamayı bilmeli.
Anadolu Efes tribününü kısaca değerlendirmek gerekirse, birkaç küçük lise öğrencisi grup futbol maçı havasıyla maçta bulunsa da tek branşı basketbol olan bu takımın basketbol taraftarı oldukça kültürlü ve bilgili bir taraftar topluluğu. Takımını, oyunuclarını, rakip oyuncuları tanıyan, oyuncu değişikliklerini bile tahmin eden, bilen güzel bir taraftar. Ancak yalnızca basketbol branşına sahip olmanın bu avantajının yanı sıra taraftar sayısı açısından dezavantaj da yaşanıyor.
1996 yılında Koraç Kupası'nı kazanarak bir Avrupa Kupası kazanan ilk Türk kulübü olan, o zamanki adıyla Efes Pilsen, şimdiki adıyla Anadolu Efes gerçekten daha da fazla desteği hak ediyor. İnsanları ailecek gelip maçı rahatça izleyebildiği, tribünlerinde hiçbir tatsızlık yaşanmayan güzide bir kulüp Anadolu Efes. Türkiye'nin ünlü simalarından da bu takıma destek verilmesi gerekiyor kanımca. Bugünkü maçta Kolpa grubunun üyeleri Anadolu Efes'i desteklemeye gelmişlerdi. Bu çok güzel bir şey. Bunun devamı, ardı arkası gelmeli. Umuyorum, diliyorum bunu. Bu konuyu gündeme getirmişken Efes Kızları'ndan bahsetmezsek büyük eksiklik olur gerçekten :) Her molada, her periyot arasında mükemmel danslar, gösteriler. Kendileri de güzeller yahu. Maç kötü bile gitse insanın moralini yükseltme potansiyeline sahipler. Tribündekiler pek gözünü alamıyordu bu akşam onlardan. Ama dikkat ettim oyuncular pek bakmıyorlar :))
Velhasıl bir Fenerbahçe Ülker gibi net kalabalık bir kulüp taraftarına sahip değil belki ama bu takım çok güzel şeyleri hak ediyor ve başarılar da elde ediyor. Sahip çıkılmalı. Benim gibi herhangi bir kulübün taraftarı olmayanlar, sporseverlik ruhuyla maçlara gitmeyi seven insanlar varsa hep birlikte Anadolu Efes'i yalnız bırakmayalım. Euroleague macerasında takımımıza başarılar. Şampiyonluk yolunda Allah kolaylık versin.
18 Ekim 2012 Perşembe
Milli Rezalet - Ampute Gurur
Her şeyden önce futbol izleme zevkimizi bir hafta içinde yerden yere vurmayı başaran milli takıma sonsuz saygılarımı sunarak başlıyorum. Romanya maçından sonra bir daha stadyumda milli takım maçı izlememeye dair kendime söz verdim bile. Neden peki? Neden biz böyleyiz?
Takımdaki oyunculara teker teker bakınca hepsinin üst düzey ve iyi oyuncular olduğu fark ediliyor aslında ama daha işin temeline inersek şunu anlarız ki; futbol bir takım oyunudur. Futbolun tanımı bununla başlıyor. Birbirlerine karşı hep bir üstten bakış, hep kibirli, gurbetçilerle bir kez olsun anlaşamayan, Fenerbahçe - Galatasaray rekabetini takım içine taşıyan insan yığını. Bu sabah Mehmet Demirkol çok güzel bir cümle sarf etti: Milli takım kampının kapısından girdiğin anda her şeyi unutacaksın, bütün rekabetler biter. Bizde ise tam aksi. Bir de son maçtan önce ortaya çıkan bu sakatlık silsilesi var. Sanıyorum ki maçta oynamamak için üretilen bir programdı. Hocayla da aralarında anlaşmazlık var, birbirleriyle de. Her zaman halk arasında söylendiği üzere, bu takımdan bir b.. olacağa benzemiyor.
Her şey bir yana bütün bu olumsuzluklara rağmen galibiyet primleri Macaristan maçı öncesi 60.000'e çıkarıldı. Neden? Para için mi kazanacaklar yoksa kazandıkları için mi para alacaklar? Bu kadar parayı bir işi yapamayan ruhsuz beceriksiz oyunculara dağıtmak için yer aradık ama şükür ki alamadılar. Yazık. Sorun aslında daha yukarıdan başlıyor da neyse. Yıllardır milyarlarca lira Beşiktaş'a borç takıp üstüne de federasyon başkanlığını hediye olarak alan Demirören var. Nerede peki bu muhterem? Hiç çıkıp bir açıklama yaptı mı? Maçlarda şeref tribününde görüldü mü? Kayıpları oynuyor. Kısa zamanda kökten bir değişiklik şart. İnşallah..
Tüm bu olumsuzlukların yanında bir de kimsenin haberdar olmadığı, ilgilenmediği bir gururumuz var. Ampute milli futbol takımımız bir kez daha (sanıyorum 3.kez) dünya üçüncülüğünü kazandı. Havaalanında açıklama yaparken, devlet büyüklerimizden maddi manevi destek istiyoruz dediler. Yazıktır günahtır. A milliler için saçmaya can attığınız onca paradan bu kardeşlere biraz yardım edin. Ya da parayı da geçtim tebrik edin bari. Maalesef bu başarıdan kimsenin haberi dahi yok. Bugün bir haber bülteninde gördüğüm üzere şarkıcı Müslüm Gürses ve Köfteci Abbas rolüyle tanıdığımız Yunus Bülbül Ampute milli takımımızın yanında yer alarak onlara destek olmuşlar. Tebriklerimi ve saygılarımı onlara iletiyorum.
Bu başarıları kazanan ve bayrağımızı dalgalandırıp marşımızı okutan bu kardeşlerimize biraz destek olun. En azından takip edin ve değer verin. Saygı gösterin. Sonra da isterseniz tüm paranızı Andorra'yı falan yendi diye millilere dağıtın.
Takımdaki oyunculara teker teker bakınca hepsinin üst düzey ve iyi oyuncular olduğu fark ediliyor aslında ama daha işin temeline inersek şunu anlarız ki; futbol bir takım oyunudur. Futbolun tanımı bununla başlıyor. Birbirlerine karşı hep bir üstten bakış, hep kibirli, gurbetçilerle bir kez olsun anlaşamayan, Fenerbahçe - Galatasaray rekabetini takım içine taşıyan insan yığını. Bu sabah Mehmet Demirkol çok güzel bir cümle sarf etti: Milli takım kampının kapısından girdiğin anda her şeyi unutacaksın, bütün rekabetler biter. Bizde ise tam aksi. Bir de son maçtan önce ortaya çıkan bu sakatlık silsilesi var. Sanıyorum ki maçta oynamamak için üretilen bir programdı. Hocayla da aralarında anlaşmazlık var, birbirleriyle de. Her zaman halk arasında söylendiği üzere, bu takımdan bir b.. olacağa benzemiyor.
Her şey bir yana bütün bu olumsuzluklara rağmen galibiyet primleri Macaristan maçı öncesi 60.000'e çıkarıldı. Neden? Para için mi kazanacaklar yoksa kazandıkları için mi para alacaklar? Bu kadar parayı bir işi yapamayan ruhsuz beceriksiz oyunculara dağıtmak için yer aradık ama şükür ki alamadılar. Yazık. Sorun aslında daha yukarıdan başlıyor da neyse. Yıllardır milyarlarca lira Beşiktaş'a borç takıp üstüne de federasyon başkanlığını hediye olarak alan Demirören var. Nerede peki bu muhterem? Hiç çıkıp bir açıklama yaptı mı? Maçlarda şeref tribününde görüldü mü? Kayıpları oynuyor. Kısa zamanda kökten bir değişiklik şart. İnşallah..
Tüm bu olumsuzlukların yanında bir de kimsenin haberdar olmadığı, ilgilenmediği bir gururumuz var. Ampute milli futbol takımımız bir kez daha (sanıyorum 3.kez) dünya üçüncülüğünü kazandı. Havaalanında açıklama yaparken, devlet büyüklerimizden maddi manevi destek istiyoruz dediler. Yazıktır günahtır. A milliler için saçmaya can attığınız onca paradan bu kardeşlere biraz yardım edin. Ya da parayı da geçtim tebrik edin bari. Maalesef bu başarıdan kimsenin haberi dahi yok. Bugün bir haber bülteninde gördüğüm üzere şarkıcı Müslüm Gürses ve Köfteci Abbas rolüyle tanıdığımız Yunus Bülbül Ampute milli takımımızın yanında yer alarak onlara destek olmuşlar. Tebriklerimi ve saygılarımı onlara iletiyorum.
Bu başarıları kazanan ve bayrağımızı dalgalandırıp marşımızı okutan bu kardeşlerimize biraz destek olun. En azından takip edin ve değer verin. Saygı gösterin. Sonra da isterseniz tüm paranızı Andorra'yı falan yendi diye millilere dağıtın.
17 Ekim 2012 Çarşamba
Neden blog?
Aslında pek de gerekli bir şey değildi sanırım. Birkaç sebebi var kendimce. İlk olarak kendi kendime düşünmeyi ve konuşmayı sevdiğim için ve "birileri okusun, birileri beni duysun" amacım olmadığı için kendi çapımda kendimi kendime anlatma sayfası olarak görüyorum burayı. İlk düşünce buydu.
Bir de Twitter gerçeği var. Şu 140 karakter olayına takılmak, yazdıklarını belli insanların görüp okuyacak olması -ki bazı konularda sırf birileri okuyacak diye yazmaktan vazgeçiyorum- o platformu itici kılmaya başladı. Mesela siyasi konularda orada bir şeyler yazıp sonra da insanlar benim yazdıklarım üzerine düşünsün, yargılama yapsınlar istemiyorum. Bunun sebebi kesinlikle bir ya da birkaç kişi ya da kurum değil tamamen genel.
Genelde olaylara farklı açılardan bakarım. Bunun için kendimi zorlamıyorum içten gelen bir durum. Bazen aynı konuda birden farklı şey söylediğim bile oluyordur belki de bilemiyorum. Düşünce tarzım ve söylediklerim bir insana ya da bir grup insana aykırı, saçma, gereksiz gelebilir. Böyle düşünenler aslında düşüncelerimiz üzerine yorum yapma hakkına bile sahip olmayan insanlar ama yine de rahatsızlık verici bir bakıma.
Bir de blog konusunu aklıma sokup, kullanmamda ilham kaynağı olan Sherlock'un tek dostu John Watson'un yaşadıklarını blogda anlatması var. Kısa zamanda Holmes hayranı olup çıktığımı gururla belirtmek isterim. O şüpheci kişiliği ve herkesten farklı değerlendirmelere sahip oluşu harika bir durum. Benzer yönlerimiz olduğu kesin.
Sonuçta bu blog bir serbest kürsü olarak tarafımdan kullanılacak ve başıma gelen, gündemde olan, ya da geçmişte yaşanmış ama o anda aklıma gelen bir durum hakkında, bazen bir kişi hakkında vs. vs. her istediğimi ifade edebileceğim bir yer olacak.
Kendi kendime bir başlangıç sözleşmesi gibi oldu ve bunun farkına geç vardım ama olsun bu sayfada bir kural da akla gelip yazılanların geri çekilmeyecek olması. Nasılsa okuyucu kitlesi falan olmayacak değil mi ama?
Kısaca ama biraz da uzunca bu blog bu şekilde açıldı ve şu anda bir ben bir de Allah haberdar bu işten. Hayırlı olsun kendimce.
Bir de Twitter gerçeği var. Şu 140 karakter olayına takılmak, yazdıklarını belli insanların görüp okuyacak olması -ki bazı konularda sırf birileri okuyacak diye yazmaktan vazgeçiyorum- o platformu itici kılmaya başladı. Mesela siyasi konularda orada bir şeyler yazıp sonra da insanlar benim yazdıklarım üzerine düşünsün, yargılama yapsınlar istemiyorum. Bunun sebebi kesinlikle bir ya da birkaç kişi ya da kurum değil tamamen genel.
Genelde olaylara farklı açılardan bakarım. Bunun için kendimi zorlamıyorum içten gelen bir durum. Bazen aynı konuda birden farklı şey söylediğim bile oluyordur belki de bilemiyorum. Düşünce tarzım ve söylediklerim bir insana ya da bir grup insana aykırı, saçma, gereksiz gelebilir. Böyle düşünenler aslında düşüncelerimiz üzerine yorum yapma hakkına bile sahip olmayan insanlar ama yine de rahatsızlık verici bir bakıma.
Bir de blog konusunu aklıma sokup, kullanmamda ilham kaynağı olan Sherlock'un tek dostu John Watson'un yaşadıklarını blogda anlatması var. Kısa zamanda Holmes hayranı olup çıktığımı gururla belirtmek isterim. O şüpheci kişiliği ve herkesten farklı değerlendirmelere sahip oluşu harika bir durum. Benzer yönlerimiz olduğu kesin.
Sonuçta bu blog bir serbest kürsü olarak tarafımdan kullanılacak ve başıma gelen, gündemde olan, ya da geçmişte yaşanmış ama o anda aklıma gelen bir durum hakkında, bazen bir kişi hakkında vs. vs. her istediğimi ifade edebileceğim bir yer olacak.
Kendi kendime bir başlangıç sözleşmesi gibi oldu ve bunun farkına geç vardım ama olsun bu sayfada bir kural da akla gelip yazılanların geri çekilmeyecek olması. Nasılsa okuyucu kitlesi falan olmayacak değil mi ama?
Kısaca ama biraz da uzunca bu blog bu şekilde açıldı ve şu anda bir ben bir de Allah haberdar bu işten. Hayırlı olsun kendimce.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)

