30 Ekim 2012 Salı

Yerel seçimlerin öne alınamaması

       Aklın mantığın almadığı bir konudayım. Konu aslında çok saf ve basit. Ama tavırlar öyle yanarlı dönerli ki.
       En basit kelimelerle, en basit cümlelerle ve sadece düz mantık kullanarak yazacağım her şeyi. Öncelikle çıkıp açıklama yapan iki partimiz var önümüzde. Ana muhalefetçiler ve terörü destekleyen partiler bunlar. Dedikleri neydi üzerine basa basa söyledikleri? "Hodri meydan, yarın sabah seçim olsa hazırız." Bu mudur? Budur. Aynen bunu söylediler. Madem öyleyse neden yasa değişikliğine destek vermediler? Hiçbir mantığı yok. Akla mantığa sığmıyor. Tek sebebi bunu iktidarın yapıyor olması. Parola bu; onların her yaptığına karşı çık. Başka hiçbir açıklaması yok bunun. Çocuk gibi tavır. E söylediğiniz sözler, atıp tuttuğunuz hodri meydanlar ne oldu? Fos.
       Ortada bir seçim varsa ve siz kaybettiyseniz isteyeceğiniz şey ne olurdu? Yeniden bir seçim olmalı. Bir şans daha demektir kaybedenler için. Kaybettiyseniz tekrar denemek işinize gelir. E neden istemiyorlar peki? İki sebep söyleyebilirim: Başarılı olacaklarına kendileri bile inanmıyorlar, kendilerine güvenemiyorlar ve geçmiş seçimi kazananların tekrar daha da güçleneceğinden korkuyorlar. İkisi de aynı kapı da neyse.
       Atıp tutmak, kamera karşısında delikanlılık yapmak oldukça kolay. Sözünün eri olmalı insan. Madem ki yarın seçim olsa hazırsın. Kabul et o zaman.
       İktidarın kendi içinde fire vermesi olası bir durumdu zaten. Ama 367'yi bulamamanın tek sebebi onlar değil kanımca. Yan muhalefet tarafında da fireler olmuştur. Gerçi onların baş adamı da bizde fire olmaz herkes kabul etti diyor ama. Nerden biliyorsa artık. Evet dedim demek kolay. Nereden bileceksin kabul verdiklerini? Yok abi biliyor adam. Tamam tamam tüm fireler iktidardan gelmiş olsun öyle kabul edelim üzülmeyin siz yeter ki.
       Velhasıl sebebi kış koşullarında seçim çalışması yapmamak olan düzenleme için her zaman seçime hazırız diyen kimselerin ret oyu vermesini aklım mantığım almadı. Bu kadar basit.
      

19 Ekim 2012 Cuma

Anadolu Efes taraftarı olmak

     
       Birkaç saat önce döndüm maçtan. Euroleague'nin son şampiyonuna karşı mükemmel bir zaferdi. Anadolu Efes 98 - 72 Olympiakos. Harika bir basketbol ve maçın başından sonuna kadar üstünlük. Maçın tek kusuru salonun dolu olmamasıydı sanıyorum.
       Öncelikle "basketbol taraftarı olmak" konusunda birkaç şey söylemek lazım sanırım. Maalesef bizde bu kültür henüz tam yerleşmedi. Ancak eskisi gibi de değiliz. Çok yol kat ettiğimiz ortada. Halen futbol maçı gibi tezahüratlar yapmaya çalışıyoruz maç boyunca. Hatta taraftarların "gol gol gol" gibi saçmalıklar söylediği bile oluyor bazı maçlarda. Basketbol taraftarı oyuna her an etki eden, rakibi rahatsız etmeye çalışan, hakemleri etkileyen, takımına zor zamanda hava vermeye çalışan taraftar olmalıdır. Yalnızca basketleri değil; asistleri, şık bir pası, bazen rakibin güzel planlanmış bir hücumunu da alkışlamayı bilmeli.
       Anadolu Efes tribününü kısaca değerlendirmek gerekirse, birkaç küçük lise öğrencisi grup futbol maçı havasıyla maçta bulunsa da tek branşı basketbol olan bu takımın basketbol taraftarı oldukça kültürlü ve bilgili bir taraftar topluluğu. Takımını, oyunuclarını, rakip oyuncuları tanıyan, oyuncu değişikliklerini bile tahmin eden, bilen güzel bir taraftar. Ancak yalnızca basketbol branşına sahip olmanın bu avantajının yanı sıra taraftar sayısı açısından dezavantaj da yaşanıyor.
       1996 yılında Koraç Kupası'nı kazanarak bir Avrupa Kupası kazanan ilk Türk kulübü olan, o zamanki adıyla Efes Pilsen, şimdiki adıyla Anadolu Efes gerçekten daha da fazla desteği hak ediyor. İnsanları ailecek gelip maçı rahatça izleyebildiği, tribünlerinde hiçbir tatsızlık yaşanmayan güzide bir kulüp Anadolu Efes. Türkiye'nin ünlü simalarından da bu takıma destek verilmesi gerekiyor kanımca. Bugünkü maçta Kolpa grubunun üyeleri Anadolu Efes'i desteklemeye gelmişlerdi. Bu çok güzel bir şey. Bunun devamı, ardı arkası gelmeli. Umuyorum, diliyorum bunu.                                                                                          Bu konuyu gündeme getirmişken Efes Kızları'ndan bahsetmezsek büyük eksiklik olur gerçekten :) Her molada, her periyot arasında mükemmel danslar, gösteriler. Kendileri de güzeller yahu. Maç kötü bile gitse insanın moralini yükseltme potansiyeline sahipler. Tribündekiler pek gözünü alamıyordu bu akşam onlardan. Ama dikkat ettim oyuncular pek bakmıyorlar :))       
       Velhasıl bir Fenerbahçe Ülker gibi net kalabalık bir kulüp taraftarına sahip değil belki ama bu takım çok güzel şeyleri hak ediyor ve başarılar da elde ediyor. Sahip çıkılmalı. Benim gibi herhangi bir kulübün taraftarı olmayanlar, sporseverlik ruhuyla maçlara gitmeyi seven insanlar varsa hep birlikte Anadolu Efes'i yalnız bırakmayalım. Euroleague macerasında takımımıza başarılar. Şampiyonluk yolunda Allah kolaylık versin.
 
  

18 Ekim 2012 Perşembe

Milli Rezalet - Ampute Gurur

      Her şeyden önce futbol izleme zevkimizi bir hafta içinde yerden yere vurmayı başaran milli takıma sonsuz saygılarımı sunarak başlıyorum. Romanya maçından sonra bir daha stadyumda milli takım maçı izlememeye dair kendime söz verdim bile. Neden peki? Neden biz böyleyiz?
      Takımdaki oyunculara teker teker bakınca hepsinin üst düzey ve iyi oyuncular olduğu fark ediliyor aslında ama daha işin temeline inersek şunu anlarız ki; futbol bir takım oyunudur. Futbolun tanımı bununla başlıyor. Birbirlerine karşı hep bir üstten bakış, hep kibirli, gurbetçilerle bir kez olsun anlaşamayan, Fenerbahçe - Galatasaray rekabetini takım içine taşıyan insan yığını. Bu sabah Mehmet Demirkol çok güzel bir cümle sarf etti: Milli takım kampının kapısından girdiğin anda her şeyi unutacaksın, bütün rekabetler biter. Bizde ise tam aksi. Bir de son maçtan önce ortaya çıkan bu sakatlık silsilesi var. Sanıyorum ki maçta oynamamak için üretilen bir programdı. Hocayla da aralarında anlaşmazlık var, birbirleriyle de. Her zaman halk arasında söylendiği üzere, bu takımdan bir b.. olacağa benzemiyor.
      Her şey bir yana bütün bu olumsuzluklara rağmen galibiyet primleri Macaristan maçı öncesi 60.000'e çıkarıldı. Neden? Para için mi kazanacaklar yoksa kazandıkları için mi para alacaklar? Bu kadar parayı bir işi yapamayan ruhsuz beceriksiz oyunculara dağıtmak için yer aradık ama şükür ki alamadılar. Yazık. Sorun aslında daha yukarıdan başlıyor da neyse. Yıllardır milyarlarca lira Beşiktaş'a borç takıp üstüne de federasyon başkanlığını hediye olarak alan Demirören var. Nerede peki bu muhterem? Hiç çıkıp bir açıklama yaptı mı? Maçlarda şeref tribününde görüldü mü? Kayıpları oynuyor. Kısa zamanda kökten bir değişiklik şart. İnşallah..
    Tüm bu olumsuzlukların yanında bir de kimsenin haberdar olmadığı, ilgilenmediği bir gururumuz var. Ampute milli futbol takımımız bir kez daha (sanıyorum 3.kez) dünya üçüncülüğünü kazandı. Havaalanında açıklama yaparken, devlet büyüklerimizden maddi manevi destek istiyoruz dediler. Yazıktır günahtır. A milliler için saçmaya can attığınız onca paradan bu kardeşlere biraz yardım edin. Ya da parayı da geçtim tebrik edin bari. Maalesef bu başarıdan kimsenin haberi dahi yok. Bugün bir haber bülteninde gördüğüm üzere şarkıcı Müslüm Gürses ve Köfteci Abbas rolüyle tanıdığımız Yunus Bülbül Ampute milli takımımızın yanında yer alarak onlara destek olmuşlar. Tebriklerimi ve saygılarımı onlara iletiyorum.
    Bu başarıları kazanan ve bayrağımızı dalgalandırıp marşımızı okutan bu kardeşlerimize biraz destek olun. En azından takip edin ve değer verin. Saygı gösterin. Sonra da isterseniz tüm paranızı Andorra'yı falan yendi diye millilere dağıtın.

17 Ekim 2012 Çarşamba

Neden blog?

       Aslında pek de gerekli bir şey değildi sanırım. Birkaç sebebi var kendimce. İlk olarak kendi kendime düşünmeyi ve konuşmayı sevdiğim için ve "birileri okusun, birileri beni duysun" amacım olmadığı için kendi çapımda kendimi kendime anlatma sayfası olarak görüyorum burayı. İlk düşünce buydu.
      Bir de Twitter gerçeği var. Şu 140 karakter olayına takılmak, yazdıklarını belli insanların görüp okuyacak olması -ki bazı konularda sırf birileri okuyacak diye yazmaktan vazgeçiyorum- o platformu itici kılmaya başladı. Mesela siyasi konularda orada bir şeyler yazıp sonra da insanlar benim yazdıklarım üzerine düşünsün, yargılama yapsınlar istemiyorum. Bunun sebebi kesinlikle bir ya da birkaç kişi ya da kurum değil tamamen genel.
      Genelde olaylara farklı açılardan bakarım. Bunun için kendimi zorlamıyorum içten gelen bir durum. Bazen aynı konuda birden farklı şey söylediğim bile oluyordur belki de bilemiyorum. Düşünce tarzım ve söylediklerim bir insana ya da bir grup insana aykırı, saçma, gereksiz gelebilir. Böyle düşünenler aslında düşüncelerimiz üzerine yorum yapma hakkına bile sahip olmayan insanlar ama yine de rahatsızlık verici bir bakıma.
      Bir de blog konusunu aklıma sokup, kullanmamda ilham kaynağı olan Sherlock'un tek dostu John Watson'un yaşadıklarını blogda anlatması var. Kısa zamanda Holmes hayranı olup çıktığımı gururla belirtmek isterim. O şüpheci kişiliği ve herkesten farklı değerlendirmelere sahip oluşu harika bir durum. Benzer yönlerimiz olduğu kesin.
      Sonuçta bu blog bir serbest kürsü olarak tarafımdan kullanılacak ve başıma gelen, gündemde olan, ya da geçmişte yaşanmış ama o anda aklıma gelen bir durum hakkında, bazen bir kişi hakkında vs. vs. her istediğimi ifade edebileceğim bir yer olacak.
      Kendi kendime bir başlangıç sözleşmesi gibi oldu ve bunun farkına geç vardım ama olsun bu sayfada bir kural da akla gelip yazılanların geri çekilmeyecek olması. Nasılsa okuyucu kitlesi falan olmayacak değil mi ama?
      Kısaca ama biraz da uzunca bu blog bu şekilde açıldı ve şu anda bir ben bir de Allah haberdar bu işten. Hayırlı olsun kendimce.